Olmuyor işte! Ben herkes gibi olamıyorum! O ‘taktik’ dedikleri şeyleri gerçekleştirmek; bana aptalca geliyor. Çünkü onların tümü, ‘keşke’ dedirtiyor daima. Bense KEŞKE toprağıyla üzerimin örtüleceği bir gömülme istemiyorum. Ve zaman geri alınmıyor.
Mutluluğu, sevinci, sevilmeyi, sevgiyi ve birçok güzel olan her şeyi; elinden kaçırmak kolay, seni bulduğundaysa sıkıca tutunup yanından ayrılmamasını sağlayabilmek zordur. Hele ki; sende kalmak için çaba gösteren ve senin lehine hep gülümsemeyi sağlayacak olan bir olguyu, örseleyerek ötelemek pek akıl harcı değil sanki…
Adın kaldı dilimin ucunda sadece! Tıpkı koskoca çölün ortasında susuzluğa aç birisine verilen bir damla gibi.
İnsan nedense çok kaliteli bir ürünü tesadüfen çok ucuza bulduğunda; “Bu kadar alımı kolay bir fiyata satılamaz. Vardır bir bit yeniği.” diye düşünür ve gider normalden çok daha fazla zarara uğrayacağı bir şekilde başka yerden alır. Ve olan olmuştur artık.
Çoğu kararlarımız da böyle olmuyor mu? Karşımıza çıkan mutluluğu birçok kez, saçma sapan nedenlerle gitmesine sebep olmaz mıyız? Böylece de mutsuzlukların koynunda bulmaz mıyız kendimizi hep?
Oysa cümle âlemin bildiği, buna karşın öcü gibi uzak durduğu bir gerçek vardır ki, aslında hayatımızı onun üzerinden sürdürmeliyiz… MUTLULUK VE SEVGİ DOLU KÜÇÜCÜK BİR AN İÇİN KOSKOCA BİR ÖMÜR VERİLEBİLİR, HAYATIMIZ BOYUNCA VE ÖLENE KADAR ACI DOLU PİŞMANLIKLAR İÇİNDE VE KAHREDEREK YAŞAMAK YERİNE.
İşte sadece şarkılarda duyduğumuzda heyecanlandığımız bu olguyu yaşamımıza yerleştiremiyorsak; mutluluğa ve sevgiye aç mahkûmiyetimiz, son nefesimize kadar hapis biçiminde devam edip gider. Oysa bu zindandan kurtulmak bizim elimizde değil mi?
Yani senin de bildiğin gibi hiçbir şey imkânsız değildir. İmkânsızlık olarak atfettiğimiz her şeyi gerçekte kendimiz inanmayarak istemiyoruzdur. Biz sebep olmamalıyız; sevgimize, mutluluğumuza ket vuran. Hatta dışarıdan ket vuranlara bile cesur ve yürekli olmalıyız.
Mücadelene rağmen, mücadelesini verdiğin şey kendiliğinden gidiyorsa; ‘eyvallah’ diyebilirsin. Öylesine ki, arkana bile bakmadan şapkanı alıp gidebilirsin. Bu koşulda, emin ol kalbin ferah ve ruhun huzur dolu olur… Çünkü tüm gayret ve çaba ortaya konmuştur.
Bir betimleme olarak anlatacağım ama bizzat yaşıyorum! ‘40 yıl düşünsem aklıma gelmez’ derler ya, öyle bir durum benimkisi… Sabahları dinç uyanmamı sağlayan dinlenmiş bir beyinden kaçıyorum bugünlerde! Yorgunluktan bayılmak, şimdilerde işime gelen bir durum. Eğer dinlenmiş bir bedenin erken uyanmasına fırsat verecek bir durum sezdiysem, küçük bir uyku ilacı iyi geliyor. Çünkü dinlenmiş bir beden ve beyin; uyanmaya en yakın zamana denk gelen rüyaları hatırlanır hâle getiriyor. Uyandığımda hatırlamak istemediğim rüyalar görüyorum son dönemlerde.
Bunun nasıl bir duygu olduğunu kimse anlayamaz… ‘Ne kadar geç yatarsam, o kadar kör-kütük uyurum.’ diye, uykumun erken gelmesinden korkuyorum. Ve erken gelirse de uykum, direniyorum direnebildiğim kadar… Gün içerisindeki ıstıraplar bir kenara, korkuyorum işte her gün hatırlanan rüyalarımdan.
İçim kan ağlarken gözlerim gözlerine sabitlendi o gün. Toplasan toplasan 1 dakika bile değildi o zaman süresi eminim. Bakışların inancıma(Tanrı inancından bahsetmiyorum) güç vermişti. Bu yüzdendi zaten, ‘ce’ deyip gitmemeni istemem de.
Sıradan olamam. Öylesineymiş gibi yapamam. Gelir-geçer olmaz hislerim ve duygularım. Bu gerçeği avuçlarına koymayı ne çok istiyorum bir bilsen. Bunu sana algılatamam… Hissetmenin imkânsızlığına karşın, anlayabilmeni sağlayabilmek mükemmel olurdu. Ama ne çare tabi.
Çalıştığın yer için, “benim için gelmişsin” dediğimde; “evet, senin için gelmişim” demeni hiç unutmayacağım. Yüzümü gülümsetmeni ve gülümsemeni, hiç aklımdan çıkartmayacağım. Geçici de olsa yarattığın mutluluğuma bağlı olarak, “ben de mutlu oldum” ile adıma eklediğin “cum”lu ifadelerin; bir an bile kulaklarımdan gitmeyecek. Ve daha nice güzel şeyler var benden uzaklaşmayacak…
Tüm bunlarla birlikte içime çöreklenen, kalbimi sıkıştıran; “istesen de acıtamazsın” diyerek hançerleyip gidişin var, çiviler üzerine beni yatırarak…
Dünyaya sihirli bir dokunuş yapabilirsin, şu yamuk-yumuk elimden tutarak… Bilmelisin ki; ne bir şahin veya atmacayım, ne de ayran gönüllü.
Olmazsa olmaz. Bırak, öleceksek; kendi kendimize harakiri yaparak intihar etmeyelim. Bizi kurşun yağmuruna tutanlar utansın, kıskançlıklarıyla. Hangi bir dünyalı ölümsüzdür ki? Önemli olan; bu ölümlü dünyada varlığımızı sürdürürken ve şans faktörüyle karşımıza çıkan hoş şeyleri, mutluluğu, sevgiyi dibine kadar yaşayabilmek için gayret etmek gerekmiyor mu?
Çabalamak onur vericidir! Lehine veya aleyhine, sonuç ne olursa olsun kıymetlidir gayret göstermek. Emek; boynunda taşıyacağın madalyadır.
Yalnız ve sadece, bazı sebepler; yaşanırken şölen olarak sürdürülecek bir zaman dilimini sabunlaştırır, elimizden kayıp düşsün diye. Mesela yaşım! Mahkemeye verip uğraşarak senden daha küçük bile olabilirim. Ya da senin istediğin yaşta… Teferruatlara, mutluluğu kaçırmadan yaşayabilmek için takılmamak lazım.
Belki de bizim mutluluğumuz, bu duvarın arkasındadır. Kim biliyor? Kim bilebilir? İşte sırf bu yüzden, aşılamaz diye görülen duvara arkamızı dönüp gitmek yerine, o duvarı aşıp öteki tarafa geçmek gerek.
Önerim; bir gör ve bir tur at o tarafta… Eğer işine gelmezse; söz veriyorum sana, duvara bir kapı açacağım ve kırmızı halıyla göndereceğim seni eski tarafa.
Gözlerinden başlayan yolculuğum(uzu) sürdürmeye gereksinimim(iz) var…
Gelişen koşullar ve zaman insanı değiştirir, şu an sana yazmamak yerine yazıyor oluşum gibi. Bu tükürdüğünü yalamak değildir. Öyleyse de göğsümü gere gere yapıyorum bunu.
Çünkü biliyorum ki, tükürdüğünü yalamak; hiçbir şey yapmamaktan daha güçlüdür bazen.
Seni arayabilir miyim? Bir çay-kahve içme daveti yapacağım da…
Yorumlar
Çok güzel ve anlamlı bir yazı olmuş abi . Dediğin gibi “ bazen tükürdüğünü yalamak , hiç bir şey yapmamaktan daha güçlü “. Kalemine sağlık.
2 0