Davut Koridoru, Ortadoğu’nun jeopolitik ve ekonomik dinamiklerini şekillendiren, tarih boyunca stratejik öneme sahip bir kavram olarak yeniden gündeme gelmiştir. İsrail’in Hayfa Limanı’ndan başlayarak Suriye ve Irak üzerinden Basra Körfezi’ne uzanan bu koridor, enerji, ticaret ve askeri stratejiler açısından kritik bir rol oynuyor.
Davut Koridoru’nun tarihsel bağlamını, Ortadoğu’daki ticaret yolları ve stratejik bölgelerle ilişkisini, İsrail’in bölgesel emellerini, Türkiye’nin Suriye ve Ortadoğu’daki çok boyutlu hamlelerini bilmeden güncel durumu değerlendirmek, yanlış olur.
Ortadoğu’nun Ticaret ve Geçiş Yolları
Ortadoğu, Mezopotamya’dan İpek Yolu’na uzanan ticaret yollarıyla tarihin en önemli kavşaklarından biri olmuştur. Antik dönemde, Şam, Halep ve Bağdat gibi şehirler, Asya ile Akdeniz arasındaki mal akışının merkezleriydi. Osmanlı döneminde, bu yollar hem ticari hem de askeri açıdan stratejik öneme sahipti. Ancak, 20. yüzyılda Sykes-Picot Anlaşması ve modern devlet sınırlarının çizilmesiyle bu yollar parçalandı. Davut Koridoru, bu tarihsel mirası modern bir bağlamda yeniden canlandırma çabası olarak görülebilir; Hayfa’dan Körfez’e uzanan bir hat, enerji ve ticaret akışını kontrol etme potansiyeline sahiptir.
Stratejik askeri bölgeler açısından, Suriye’nin kuzeyi, Irak’ın Kürt bölgesi ve Ürdün’ün kuzeyi, hem lojistik hem de istihbarat açısından kritik geçiş noktalarıdır. Bu bölgeler, Soğuk Savaş’tan bu yana büyük güçlerin (ABD, Rusya, İngiltere) ve bölgesel aktörlerin (İsrail, Türkiye, İran) çekişme alanları olmuştur.
İsrail’in Ortadoğu’daki Emelleri ve Davut Koridoru
İsrail’in Davut Koridoru projesi, ekonomik ve güvenlik hedeflerini birleştiren bir vizyonun parçasıdır. Politikacı gözüyle, bu koridor, İsrail’in bölgesel izolasyonunu kırmayı ve enerji ile ticaret merkezi haline gelmeyi amaçlıyor. Hayfa Limanı’nı bir lojistik üssü olarak konumlandırarak, İsrail, Körfez ülkeleriyle ekonomik bağlarını güçlendirmeyi ve Çin’in İpek Yolu girişimine alternatif bir rota sunmayı planlıyor. Ayrıca, koridorun Suriye ve Irak’taki Kürt bölgelerinden geçmesi, İsrail’in Kürt hareketleriyle tarihsel ittifakını güçlendiriyor ve İran’ın bölgesel etkisini dengeleme stratejisinin bir parçası olarak görülüyor.
Ancak, bu emeller, Türkiye ve İran gibi bölgesel güçlerle çatışma potansiyeli taşıyor. İsrail’in Golan Tepeleri’ni ilhak etmesi ve Suriye’nin güneyinde tampon bölgeler oluşturma girişimleri, Davut Koridoru’nun askeri boyutunu güçlendirme çabası olarak değerlendiriliyor. Politik açıdan, İsrail’in bu hamleleri, bölgesel istikrarı tehdit eden ve Arap dünyasında tepkiye yol açan riskli bir strateji olarak görülebilir.
Askeri perspektiften bakıldığında, Davut Koridoru, İsrail için hem bir fırsat hem de bir güvenlik sorunu. Koridorun Suriye ve Irak’taki istikrarsız bölgelerden geçmesi, lojistik hatların güvenliğini zorlaştırıyor. İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF), bu bölgelerde Hizbullah ve İran destekli milislerin varlığını birincil tehdit olarak görüyor. Suriye’deki rejim değişikliği sonrası, İsrail’in tampon bölge oluşturma girişimleri, bu koridorun güvenliğini sağlama amacı taşıyor.
Öte yandan, koridorun ekonomik potansiyeli, İsrail’in askeri stratejisini destekliyor. Enerji hatlarının kontrolü, İsrail’in bölgesel caydırıcılığını artırırken, Kürt bölgelerindeki üsler, istihbarat toplama ve operasyonel esneklik sağlıyor. Ancak, Türkiye’nin Suriye’deki askeri varlığı ve PKK/YPG’ye karşı operasyonları, İsrail’in koridor planlarını karmaşıklaştırıyor. Askeri açıdan, bu durum, çok aktörlü bir çatışma alanında hassas bir denge gerektiriyor.
Davut Koridoru, Ortadoğu’daki güç mücadelesinin insan boyutunu da yansıtıyor. Suriye ve Irak’taki yerel halk, bu koridorun geçtiği bölgelerde yıllardır savaş, göç ve istikrarsızlıkla boğuşuyor. İsrail’in koridor planları, Kürt toplulukları arasında umut yaratsa da, Arap ve Türkmen nüfuslarda endişeye yol açıyor. El Cezire gibi kaynaklar, Türkiye’nin bu plana karşı hamlelerini, “Siyonist emellere” karşı bir direniş olarak çerçeveliyor.
İnsanlık için, bu hikaye, sadece jeopolitik bir satranç tahtası değil, aynı zamanda milyonlarca insanın hayatını etkileyen bir dram. Örneğin, Suriye’nin kuzeyindeki mülteci kampları, koridorun güvenliği için yapılan askeri operasyonlardan doğrudan etkileniyor. Bu, kamuoyunda hem İsrail’e hem de projeye destek veren ABD’ye karşı anti-Batı duygularını körüklüyor.
Türkiye’nin Ortadoğu ve Suriye’deki Hamleleri
Türkiye, Ortadoğu’da “Mavi Vatan”, “Gök Vatan” ve “Uzay Vatan” stratejileriyle bölgesel bir güç olarak konumlanıyor. Suriye’de, Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Barış Pınarı ve Pençe-Kilit gibi operasyonlarla, PKK/YPG’nin oluşturmaya çalıştığı “terör koridorunu” engelledi. Davut Koridoru’na karşı, Türkiye’nin Şam’la yakınlaşması ve Suriye’nin toprak bütünlüğüne vurgu yapması, İsrail’in planlarını baltalama amacı taşıyor.
Politik açıdan, Türkiye’nin bu hamleleri, hem iç politikada (mülteci meselesi ve milliyetçi taban) hem de dış politikada (bölgesel liderlik) güçlendirici bir etkiye sahip. Ancak, ABD’nin YPG’ye desteği ve Rusya’nın Suriye’deki etkisi, Türkiye’nin manevra alanını kısıtlıyor.
Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK), Suriye’nin kuzeyinde 900 kilometrelik sınır hattını kontrol altına alarak, Davut Koridoru’nun hayata geçmesini zorlaştırıyor. TSK’nın Afrin, İdlib ve Tel Abyad’daki varlığı, hem YPG’yi hem de İsrail’in Kürt bölgelerindeki etkisini sınırlıyor. Ayrıca, Türkiye’nin Şam’la askeri iş birliği ve yeni üs planları, koridorun güvenliğini tehdit ediyor.
Askeri açıdan, Türkiye’nin stratejisi, “önleyici savunma” üzerine kurulu. Ancak, çok cepheli bir mücadele (YPG, Hizbullah, Rusya, ABD) TSK’yı lojistik ve diplomatik açıdan zorluyor. Buna rağmen, Türkiye’nin savunma sanayisindeki yerli üretim hamleleri (örneğin, TCG Trakya uçak gemisi), bölgesel caydırıcılığını artırıyor.
Türkiye’nin Suriye’deki hamleleri, kamuoyunda hem gurur hem de tartışma konusu. Suriyeli mültecilerin durumu, iç politikada hükümetin en hassas meselelerinden biri. Türkiye’nin Şam’la yakınlaşması, “Esad’la barışma” olarak halka yansırken, bu durum, muhalefet tarafından “tutarsızlık” olarak eleştiriliyor. Öte yandan, Türkiye’nin Davut Koridoru’na karşı duruşu, Arap medyasında “anti-Siyonist” bir söylemle destekleniyor.
Güncel Durum ve Gelecek Perspektifleri
2025 itibarıyla, Davut Koridoru, Ortadoğu’nun en tartışmalı projelerinden biri olmaya devam ediyor. Esad rejiminin çöküşü, Suriye’deki güç boşluğunu derinleştirdi ve İsrail’in koridor planlarını hızlandırdı. Ancak, Türkiye’nin Suriye’deki askeri varlığı ve Şam’la iş birliği, bu planları ciddi şekilde tehdit ediyor.
Bölgesel istikrar, ancak çok taraflı diplomasiyle mümkün. Türkiye, İran ve Arap ülkeleri, İsrail’in koridor planlarına karşı ortak bir cephe oluşturabilir. Ancak, ABD’nin İsrail’e koşulsuz desteği, bu dengeyi zorlaştırıyor.
Davut Koridoru’nun güvenliği, Suriye ve Irak’taki istikrarsızlıktan dolayı kırılgan. Türkiye’nin TSK üzerinden uyguladığı baskı, koridorun uygulanabilirliğini azaltıyor, ancak uzun vadeli bir çatışma riski taşıyor.
Kamuoyu, bu projeyi bir “emperyalist komplo” olarak algılıyor. Türkiye’nin duruşu, bölgede popülerliğini artırırken, mülteci krizi ve ekonomik sorunlar, iç politikada baskıyı sürdürüyor.
Davut Koridoru, Ortadoğu’nun tarihsel ticaret yollarını modern bir jeopolitik araç olarak yeniden canlandırma çabasıdır. İsrail’in ekonomik ve güvenlik hedefleri, Türkiye’nin stratejik hamleleriyle çatışıyor. Bu mücadele, sadece devletler arası bir satranç oyunu değil, aynı zamanda milyonlarca insanın hayatını etkileyen bir dram. Gelecek, büyük güçlerin ve bölgesel aktörlerin bu koridordaki dengeyi nasıl şekillendireceğine bağlı.
Armageddon ya da Melhame-i Kübra, adına ne derseniz deyin!
Bölge ısınıyor!
Beklenen gün yaklaşıyor!
Yorumlar