Bayram sabahı geldi. Alarm değil, ezanla uyandık. Mutfağın bir köşesinde çay demlenirken, bir diğer köşede çocukluğumuz sakince bize bakıyor. Hani şu, sabah ilk öpücüğü anne eline kondurduğumuz, harçlık için zarifçe el uzattığımız eski bayramlar...
Bugün hâlâ o gelenekler devam ediyor, ama sessizce. Sarılmalar biraz mahcup, “Bayramın kutlu olsun” cümlesi biraz yorgun. Kolonya döken eller hâlâ aynı, ama artık daha titrek.
Çünkü ülke olarak biraz yorgunuz.
Kırgınlıklarımız çok, yüzümüz gülüyor ama içimiz eskisi kadar neşeli değil.
Sosyal medyada gördüğüm bayram mesajlarının çoğu hazır metin gibi:
“Sevdiklerinizle beraber mutlu, sağlıklı nice bayramlar…” Güzel dilekler, ama altına bir küçük "inşallah" yazası geliyor insanın. Çünkü bu coğrafyada ne sağlık, ne mutluluk garanti.
Eskiden bayram için “şeker gibi geçsin” denirdi.
Şimdi insanlar “sakin geçsin” diyor.
Tatlıdan çok, huzura ihtiyaç var artık.
Bayramlar birer toplumsal ayna aslında.
Kimle küs olduğumuzu, kimle barıştığımızı, kimleri artık aramadığımızı hatırlatır.
Ve bazen en çok da kendimizi.
Bayram sofraları kuruluyor bugün.
Kimi kalabalık, kimi eksik.
Kimi kahkahayla dolu, kimi hüzünle.
Ama ortak bir şey var:
İnsan dediğin, yine insanla iyi oluyor.
Köşeden bakınca şunu fark ediyorum:
Bayram sadece bir gün değil. Bir tür sınav gibi. Kim kaldı, kim gitti… kim unutuldu, kim hiç unutulmadı… Kim helalleşti, kim susmayı seçti…
Hepsi belli olur bayramda.
Ve o yüzden bayramlar, sadece bayramlık elbiseyle değil, temiz bir vicdanla karşılanmalı.
Çünkü bazen bir mesaj, bir sarılma, bir ziyaret… en büyük affı, en güzel barışı getirir.
Bugün sarılabildiklerinize sarılın. Arayamadıklarınızı arayın. Sessiz kalanlara selam gönderin. Kırıldıklarınızı affedin demiyorum ama… en azından bir çay mesafesi kadar yaklaşın.
Çünkü bayram dediğin… özünde bir barış teklifidir. Ve teklif, hâlâ masada.
Yorumlar